22 Ağustos 2010 Pazar

Küçük bir gülümsemeyle başladı her şey!

Küçük bir gülümsemeyle başladı her şey. Gerçi tam olarak gülümsedi mi pek emin değilim. O kadar güzel görünüyordu ki o güneşin altında. Rüzgardan dağılan saçlarını düzeltiyordu -sabah evden çıkarken zar zor toparlamıştı belki- bozulmalarına sinirlenerek. Ama güneş öyle bir etki yaratıyordu ki gözlerinde. Işıl ışıl bakıyordu bana. Birazdan yaramazlık yapacak bir çocuk gibi sanki. Rüzgara sinirlenirken aynı anda tenini ısıtan güneşe nasıl bu kadar müteşekkir davranabildiğine şaşmıştım. Şaşkın bakışlarımı fark edip bakmıştı bana. İşte o anda gülümsedi. Sanırım… Güneşin ona verdiği tüm sıcaklığı o anda armağan ediverdi bana. İçim ısındı… Ben de gülümseyiverdim. İçim minnetle doldu. Bir an önce işe yetişmem gerekiyordu.

Zaten evden geç çıkmıştım. Saati kurmayı unutmuşum yine. Akşam oğlumun ödevini yapmadığını fark edince temizliği bırakıp onunla ilgilendim. Haliyle işleri de onu yatırdıktan sonra yapabildim. Sabah yetiştiremem diye ütüyü de yapmam gerekiyordu. O yorgunlukla yatınca uyuyamadım da hemen. Eşimin uykusunu bölmek istemiyordum. Sessizce salona gidip bir şeyler okumak istedim. Ne zamandır fırsat bulamadığım romana başladım. Bir bilseniz ne kadar heyecanlıydı, epeyce okudum. Gözlerim ne ara kapandı bilemiyorum, kanepede uyuyakalmışım. E haliyle saati kurmayı unutmuşum. Her yanım tutulmuş kanepede. Omzumun sızlamasıyla açtım gözlerimi. Unutmuşum salonda olduğumu. Önce kısa bir panik yaşadım ben nerdeyim diye. İçerden eşimin homurtularını duyunca kendime geldim tabi hemen. Neden onu vaktinde uyandırmadım diye söyleniyordu. Apar topar kanepeden kalkıp çayı koydum. Yüzüme bir gülümseme yerleştirmeye çalışıp oğlumu uyandırmak için odasına girdim. Onu ayağa kaldırıp elini yüzünü yıkaması için banyoya sokmam zor oldu. Hemen kahvaltı sofrasını hazırlayıp giyinmek için yatak odasına girdim. Eşim bir yandan aceleyle pantolonunu giyerken bir yandan da hala bana söyleniyordu. Birden dengesini kaybetti. İki ayağı da pantolonunun paçalarına yarım girmişti. Güüüm! Adam yerde… Tutunayım derken abajuru devirdi, abajurda onunla birlikte yerde. Paramparça. Ben hala gülümsemeye çalışıyorum. Eşim düştüğü yerden bana baktı sinirli sinirli. Koşarak elektrik süpürgesini getirdim, temizledim kırıkları. Koşturarak salona girdim oğlanın kahvaltısı yaptırmak için. Aaaa! Hala üstünü değiştirmemiş! Ay çıldıracağım! Ama gülümsemek lazım. Herkesin günü güzel başlamalı ve öyle devam etmeli. Eşim ağzına bir lokma ekmek attı, ters ters bana baktı, ben yüzümdeki gülümsemeyi korumaya çalışıyorum çaresiz. Akşam geç gelirim toplantım var dedi, çarptı kapıyı çıktı. Oğlum neden giymedin üstünü dedim hala gülümsüyorum ama. Okula gitmek istemiyormuş beyefendi! Bugün ne kadar yakışıklı olduğunu ve arka sırasındaki Zeynep’in bu halini mutlaka görmesi gerektiğini söyleyerek onu odasına soktum. O üzerini değişirken serviste yemesi için bir sandviç hazırladım. Çantasını da yerleştirip hiç bir şey unutmadığından emin olarak onu okuluna uğurladım, tabi gülümseyerek. Saatime baktığımda evden çıkmam için sadece bir dakikam vardı. Çantamı almak için yatak odasına girdim, temizlerken gözden kaçırdığım kırıklardan biri battı ayağıma. Elimde bir cımbızla küçük parçayı çıkarırken ağladığımın farkına ancak saçımı düzeltmek için aynaya bakınca anladım. Makyajımı düzelttim aceleyle. Bir yandan da dua ediyorum patron sabahki toplantıya benden sonra girsin diye. Evden çıktım ama yüzümde ne gülümseme kaldı ne de enerjim. Nasıl kızıyorum kendime. Neymiş hanımefendi kitap okumak gibi bir isteğini gerçekleştirmiş. Al gördün okuyunca ne olduğunu. Ruhun aydınlanmıştır yeteri kadar! Otobüse binersem iyice gecikeceğim. Bir taksi bulmak lazım. Beklemek yerine bir yandan da yürüyeyim dedim. İşte o anda, kaldırımın kenarında, ördüğü sabunlukları satmak için yere serdiği beyaz örtüye dizen ak saçlı teyzeyi gördüm.

O kadar güzel görünüyordu ki o güneşin altında. Rüzgardan dağılan saçlarını düzeltiyordu -sabah evden çıkarken zar zor toparlamıştı belki- bozulmalarına sinirlenerek. Ama güneş öyle bir etki yaratıyordu ki gözlerinde. Işıl ışıl bakıyordu bana. Birazdan yaramazlık yapacak bir çocuk gibi sanki. Rüzgara sinirlenirken aynı anda tenini ısıtan güneşe nasıl bu kadar müteşekkir davranabildiğine şaşmıştım. Şaşkın bakışlarımı fark edip bakmıştı bana. İşte o anda gülümsedi. Sanırım… Güneşin ona verdiği tüm sıcaklığı o anda armağan ediverdi bana. İçim ısındı… Ben de gülümseyiverdim. İçim minnetle doldu. Bir an önce işe yetişmem gerekiyordu. Zaten geç kaldım dedim kendi kendime. Gülümseyerek teyzenin yanına gittim. Yeşil rengi çok severim ben. Kendime yeşil orlondan örülmüş bir sabunluk aldım. Parayı uzattım teyzeye. Bir yandan da akşam elimdeki sabunlukla yapacağım banyo keyfini düşünmeye başladım. Gülümsemem iyice yerleşti yüzüme. Teyze hayırlı günler dedi bana gülümseyerek. Ben de gülümseyip hayırlı günler diledim. Taksi bulmak için döndüm arkamı, boş bir taksi sanki beni bekliyor. Gülümseyerek bindim taksiye, günaydın dedim şoföre. Şoför hafifçe başını bana doğru çevirip gülümsedi.

İşte, küçük bir gülümsemeyle başladı her şey.

1 yorum: